8 Nisan 97.....benim gönlüm de sarhoş sanki; lakin şimdi düşünüyorum da kimdi o gönlümü sarhoş eden; hayal meyal bile yok kimse; içimdeki değerden başka bir kimse değilmiş sanki;
bu tarih; bu ay dedemi kaybetmişiz lakin ben üniversite sınavına hazırlanıyorum diye haberimin olmadığı bir ölümü biliyor sanki yüreğim yazıya başlarken....
İçim titriyor,
yine yoksun,
Yağmur yağıyor,
yine yoksun, Güneş odamdan içeri sızıyor, yine sen yoksun, yer yarılıp gök haykırıyor, yine yoksun.
Garip bir gün…kulağımda
çekirgelerin sesi yerini kuşların acı cıvıltılarına bırakıyor. Ve güneşin ilk
ışınlarıyla içime bir ateş daha düşüyor…taki gün batıncaya kadar…
Üzüntüler
girdabında dirençsiz vücudumu güçlükle ayağa kaldırıp zar zor iki adım
atabiliyorum. Ağlamaktan şişkin gözlerim her köşede ümitsizce seni arıyor.
Yokluğun öyle bir dert ki atsan atılmaz, satsan alan olmaz. Bir hiç
olabileceğine inanç getiremiyor, hala yanlış insan olduğunu kabullenemiyordum. Penceremden
birlikte yaptığımız bahçeye bakıyorum, çiçekler dahi açmamış yokluğundan,
açanlar da boyun bükmüşler. Allah’ım, beynimden söküp atamıyorum seni; kapının
önüne çıksam karşı çardakta sen varsın; sahile insem bağlı sandalda sen varsın;
ufka baksam bulutlar arsında sen varsın; diyorum ya her yerde sensin.
Gündüzleri
karanlığı bekliyorum belki kaybolursun diye nitekim karanlıkta da sensin.
Gururumu ayaklar
altına seren bir insanı nasıl bu denli unutamıyorum, anlamıyorum. Hatırlar
mısın? Sana “bir kristal kalpsin” demiştim; onu kırmak, kaybetmek en büyük, en
acı, en zulüm verici bir hata olur sanırım.
Biliyor musun?
Her telefon çaldığında sen ararsın sanırım. Tam ahizeyi elime aldığımda yine
bütün dünyam yıkılır, çünkü yine sen yoksun.